12 eylül referandumunun propaganda döneminde Sezen Aksu, referandumda EVET diyeceğini açıklayarak herkesi şaşırtmış ve hemşehrilerini üzmüştü. Sezen Aksu bizim resmi basın sözcümüz değil, referandumda İzmirliler’le aynı şekilde düşünmek zorunda da değil. Ancak bizim de buna karşılık kendisini yeniden değerlendirme, gözümüzde fazla büyütmüş olduğumuzu fark etme ve nihayet kendisini protesto etme hakkımız var.
Demokrasinin özü bu değil mi zaten? Sezen Aksu bir AKP yandaşı olduğunu açıklama ve Fetullahçı olduğunu “yalanlamama” hakkına sahip, biz de kendisini dinlememe, konserlerini, eserlerini, isminin geçtiği her yeri, her şeyi boykot ve protesto etme hakkımız var.
Büyüdüğü sokağın ismi konusu farklı bir konu. Zamanında komşuları bağırlarına basmışlar ve bunca yıldır sokaklarında Sezen Aksu ismini gururla taşımışlar. Bugün her ne kadar büyük hayal kırıklığı için de olsalar da sokağın ismini değiştirmek bir şeyi değiştirmez. Hele hele gece yarısı sokak tabelasının kaldırılması falan, bunlar çok yanlış hareketler. (Yine de öfkeyle sergi, müze basıp sopayla insanları yaralamaktan, linçe kalkışmaktan daha medeni bir tepki.) Sokağın ismi kalmalı ancak bunun mahallelinin Sezen Aksu’yu eskisi gibi sevip benimsedikleri anlamına gelmediği unutulmamalı.
Daha demokrasinin ne olduğunu bile çözememiş insanlar da ateş püskürüyorlar: İzmir’in Sezen Aksu’ya yaptığı hoşgörüye sığmazmış, faşistlikmiş. Yukarıda bahsettiğim gibi, sokak ismi bir yana, bunun dışındaki tepkilerin nesi faşistlik, nesi anti-demokratlık? Kimi sevip kimi sevmeyeceğimize, kimi dinleyeceğimize, kimin düşüncelerini benimseyip, kimin peşinden gideceğimize de mi AKP ve yandaşları karar verecek artık? AKP’nin hoşuna giden her eylem demokrasi olurken hoşuna gitmeyen her eylem faşizm mi olacak?
Aslında başbakanı yuhalayanların tek tek kamera ile tespit edilip gözaltına alınmasını faşizm olarak görmeyen zihniyetten fazla bir demokrasi bilinci beklememek lazım.