Saat 13.15 civarında Bursa Nilüfer’deki Migros önünden çıktık yola.15.25′te Lapseki Çardak Feribot İskelesi’ndeydik. Zamanlama çok iyi oldu çünkü biz feribota bindikten 5 dakika sonra feribot hareket etti. Feribotta çay söyleyip yaınımızdaki tuzlu ve tatlıları afiyetle yedik. Yolculuk yarım saatten kısa sürdü. Kısa sürmesi de normal çünkü sonra haritadan inceledim; Çardak – Gelibolu arası, Çanakkale boğazının kuzey kısmının en dar noktası. Feribot ücreti 29 TL.
Gelibolu’dan Keşan’a kuzey yönünde ilerlerken önce sağınızda sonra solunuzda denizi görmek güzel bir duygu. Keşan’da İstanbul’dan gelen yolla kesişen kavşakta batıya dönerek sınır kapısına devam ettik. Bu arada pasaportlarımızı hazırladık, içimiz kıpır kıpır oldu. Ülkeden çıkmadan son telefon konuşmalarımızı yaptık.
7 kilometrelik bir TIR kuyruğunun yanından geçerek İpsala Sınır Kapısı’na ulaştık. İlk gişede kimse ilgilenmeyince ve kapı da açık olunca içeri devam ettik. İçerideki ikinci gişede pasaportlarımızı verdik, işlemler yapıldı. Sıra yoktu. Bu gişeden hemen sonra duty free mağazası var. Sadece bir fikir olması için içeride dolandık. Oradan çıktığımızda arabanın etrafında çok fazla arı olduğunu fark ettim. Üçüncü gişede sadece sürücünün pasaportu istendi. İşlemler bittikten sonra çok heyecanlı bir şekilde Türkiye ile Yunanistan’ı ayıran, Türk ve Yunan askerlerinin yan yana durduğu köprüden geçiş Yunan sınır kapısına geldik. Burada katil Yunan arıları içeri girip bizi taciz ettiler. :)
Uluslararası ehliyet ile ilgili girdiğimiz riski ve sonucunu bir önceki yazıda anlatmıştım. Türkiye tarafına dönüp uluslararası ehliyeti alıp tekrar Yunan tarafına geldik, işlemler tamamlanıp da Yunanistan’a adım attığımızda saat kaçtı hatırlamıyorum ama tam o sırada karanlık çöktü.
Yunanistan’a girer girmez şu AB fonlarıyla yapılmış olan ünlü otoyollara giriyorsunuz. Aslında bilmediğimiz ülkede, bilmediğimiz yolda karanlığa kalmasak iyiydi ama işte kahrolsun bağzı uluslararası ehliyetler! Sadece 45 km yol aldıktan sonra Dedeağaç’ı gösteren “Alexandroupoli” çıkışından çıkarak şehre girdik. Otele kadar olan 10 dakikalık yolda bile birçok Türk plakalı araba gördük. Ayrıca daha ilk anda bizi şok eden ama daha sonradan gözümüzün alıştığı görüntü kocaman apartmanların veya küçük evlerin alt katlarındaki mini benzin istasyonları. Keşke bir tanesinin fotoğrafını çekip buraya koysaydım. Bildiğiniz apartmanın en altına iki üç tane pompa koyup istasyon haline getirmişler. O kadar da yaygın ki! Böyle güvensiz bir sistemin bir AB ülkesinde bu kadar yaygın olmasına şaşırdım.
Navigasyon sayesinde elimizle koymuş gibi oteli bulduk. Otelin otoparkı zaten %90 Türk plakalı araçlarla doluydu.
Otelimiz beş yıldızlı Alexander Beach Hotel. O kadar güzel bir otel ki söyleyebileceğim tek olumsuz şey isminde beach geçmesine rağmen doğru dürüst bir plajı olmaması.
Otelin sitesi: http://www.alexbh.gr
Booking.com sayfası: http://www.booking.com/hotel/gr/alexander-beach-convention-centre.tr.html
Otele yerleşip kendimizi dışarı attık. Ana caddelerde daha çok kahveci ve barlar olması nedeniyle yemek yiyecek yer bulmakta zorlandık. Sonradan fark edecektik ki restoranlar ara sokaklardalarmış. Ve yine ilerleyen günlerde fark edecektik ki Yunanistan’da hiçbir uluslararası fast food zinciri yok. Burger King, McDonald’s, Domino’s, vb. hiçbiri yok.
Aile işletmesi olan bir restoranın önünde durduk. Karar vermeye çalışırken orada yemeklerini yemekte olan Türk grup bize “her şey çok lezzetli, burada yiyin” deyince oturduk. Gerçekten de doğru kararmış. Yunan birası FIX içtim ve çok beğendim. Porsiyonlar o kadar büyüktü ki hiçbirimiz yemeğimizi bitiremedik. Bir süre daha oturduktan sonra kalktık.
ir süre dolandıktan sonra Yunan kahveci zinciri Mikel’e oturduk. Ortalık cıvıl cıvıldı, gençler, yaşlılar, hepsi sokaklarda kahvecilerde oturuyorlardı. Türkiye’nin aksine onlardaki cafe-barlarda yemek için hiçbir şey yok. Kahve çeşitlerinin yanında alkollü içecekler de aynı yerde satılıyor. İster restorana, ister kafeye gidin, siz daha sipariş vermeden masaya su şişesi ve su bardakları geliyor. Suyunuz bittikçe beklemeden yenisini getiriyorlar. Ayrıca kahvenin yanında da mutlaka kurabiye getiriyorlar ve kurabiyeleri nefis!
Bazı yerlerde menülerde ürünlerin Türkçe isimleri de yer alıyor. İnşallah zamanla yaygınlaşır.
Mikel’de uzun oturduk. Ben sıcak çikolata içtim. Bizdekilerden daha lezzetliydi, ağzınıza sadece çikolata tadı geliyor. Yunan kahvesi içenler oldu. Yunan kahvesinin Türk kahvesinden bir farkı yok. Servis edildiği fincanlar bile aynı. Yalnız “orta şekerli” diye bir şey bilmiyorlar. Ya hiç şekersiz, ya da çok şekerli getiriyorlar. Yarkın gezi boyunca azimle “orta şekerli” kahve sipariş etmeye çalıştı ama başaramadı. :) Eğer şeker koyarlarsa az koymuyorlar o yüzden şekersiz istemekte fayda var. Ortalama bir kahvecide kahve çeşitlerinin çoğu 3€. Ayrıca siz sipariş ettiğiniz anda adisyonu çıktı alıp masanıza minik silindirik bir metal kabın içinde bırakıyorlar. Böylece hem baştan hesabınızın ne kadar tutacağını biliyorsunuz hem de hesap ödemek istediğinizde beklemeniz gerekmiyor, parayı masaya bırakıp kalkabiliyorsunuz.
Yol yorgunluğu üzerimize çökünce daha fazla oyalanmayıp otele döndük.
Çok güzel bir yer gezme listeme aldım