Dedem M. Nevzat Aksoy, Köy Enstitüsü mezunu bir eğitmendi. Kendisini 2013 yılında kaybettik. Hem ilköğretim müfettişi olarak en ücra köylere, kasabalara gitmesi sebebiyle, hem de girişken, konuşkan ve aktif karakteriyle bütün Ege Bölgesi eğitim camiasında tanınan bir kişiydi.
Emekliliğinde de Köy Enstitüsü mezunları ile iletişimini canlı tuttu. Arkadaşlarıyla birlikte Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği çatısı altında çalışıyorlardı. Dernek, Köy Enstitüsü ruhunun ve kültürünün yaşatılması için birçok dergi ve kitap yayınlıyor. Bu yayınlardan birinde dedemle yapılmış bir ropörtaja rastladım; Prof. Dr. Kemal Kocabaş‘ın Kızılçullu Köy Enstitülü Yıllar isimli kitabı. Yazar, birçok Kızılçullu mezunuyla yüz yüze görüşüp onların anılarını ve görüşlerini bu kitapta toplamış. Bu mezunlar arasında dedem de var.
Kitabın nereden temin edilebileceğine dair bilgileri yazının sonunda vereceğim. Şimdi dedemle yapılmış röportaja burada yer vermek istiyorum.
MEHMET NEVZAT AKSOY
Sayın Mehmet Nevzat Aksoy yaklaşık 10 yıldır tanıdığım enstitülü bir büyüğüm. Derneğin tüm etkinliklerine katılır, bizleri yüreklendirir. Zaman zaman da Hatay Eğit-Der lokalinde ziyarete gittiğimizde konuştuğumuz, söyleştiğimiz saygın bir Cumhuriyet öğretmeni. Urla-Zaytinalanı’nda kurulması tasarlanan ve bu yıl eğitim verecek olan Tonguç İlköğretim Okulu’nun kuruluş çalışmalarına enstitülü arkadaşlarıyla çok önemli destek verdi. Kızılçullu kitabına Özdere’de 2008 yaz aylarında başlamayı tasarlamıştım. Sayın Aksoy’un yazlığı da Özdere’deydi. İlk aklıma gelen isim o olmuştu. 82 yaşındaydı ama hala inançlı bir Köy Enstitülüydü. Bir yürüyüş sonrası evlerine uğradım. Ertesi gün için randevulaştık ve 16 Temmuz 2008 günü aynı saatte ikinci görüşmemizi yaparak oluşan yeni sorularla bir söyleşi yaptık. Onların birikimlerini, kazanımlarını ve yurtseverliklerini günümüze taşımanın bir görev olduğunu söyleşiyi tamamlayınca yeniden anladım. Konuşma bittiğinde Sayın Aksoy’un enstitüde edindiği kazanımların hiçbirini kaybetmediğini görmekten onur duydum.
Hocam kendinizi tanıtır mısınız?
1926 Manisa Demirci doğumluyum. O zamanlar Demirci 5 bin nüfuslu bir kasabaydı. Babam adliyede zabıt kâtibiydi. Beş kardeştik. Diğer dört kız kardeşim ilkokul mezunudur. Babamın memurluğu nedeniyle ilkokulu Alaşehir-Sarıgöl’de tamamladım.
1930 – 1940 arası dönemi biraz anlatır mısınız?
Cumhuriyet yeni kurulmuştu. Herkeste büyük bir heyecan vardı. Eğitime büyük önem veriliyordu. İdealist, yurtsever öğretmenler vardı. 1934’lerin Türkiye’si yoksuldu ama geleceğe yönelik bir umut vardı. Elbiselerimizi idareli kullanırdık. Ön yüz yıprandığında ters çevrilere elbise yenilenirdi. Babam ve amcalarım 9 yıl askerlik yapmıştı. Ailemizde ve çevremizde yeni ve genç bir Cumhuriyetin bireyi olma mutluluğu vardı. Atatürk’e karşı minnet duygusu ve sevgi vardı. O dönemlerde yaşadığımız yerlerde Cumhuriyete karşıt hiçbir söz ve düşünce yoktu. Milli bayramlar coşku ile kutlanırdı. Ateşli nutuklar atılırdı. Öğretmenler bu bayramlara coşku ile katılırdı. İlkokul 3. sınıfta Onuncu Yıl Marşı’yla ilk kez tanıştım. 10 Kadım 1938’de Atatürk öldüğünde Sarıgöl’de yas ilan edilmişti. Her yerde matem havası vardı. O zamanlar nahiyede bir kahvehanede radyo vardı. Kahvehanede radyoda Atatürk’ün ölümü ile ilgili haber ve yorumları dinlemiştik. O günlerde ilkokul öğretmenimiz Turan Güntürkün bizlere radyo dinlettirmek için birkaç kez kahvehaneye topluca getirmişti.
Halkodaları ve Halkevleri ile ilgili geçmişe yönelik değerlendirmeleriniz nedir?
Alaşehir’de Halkevi ve Sarıgöl’de Halkodası vardı. Halkodasında yaklaşık 100-150 adet Cumhuriyetle ilgili kitaplar, masal, hikaye ve tarih kitapları vardı. Gerek halkodalarında ve gerekse halkevlerinde öğretmenler başroldeydi. Alaşehir Halkevi’nde “Köycülük, Kütüphanecilik ve Müsamere” kolları vardı. Bu kolların etkinlikleri izlenirdi. Cumhuriyet Bayramlarında ayrıca buralarda coşkulu kutlamalar yapılırdı. Gençler üye olurlar, etkinliklere katılırlardı. Bir aydınlanma merkezi gibi çalışıyorlardı.
Sarıgöl’ü ve ilkokul yıllarını anlatır mısınız?
Sarıgöl 2 bin 500 nüfuslu, genellikle bağcılık ve çiftçiliğin geçim kaynağı olduğu bir yerdi. Sarıgöl’de topraklar çok verimliydi. Babamın tek maaşı ailenin geçimine yetmiyordu. Yaz aylarında bağ kiralayıp bağ işletiyorduk. Ben 1934 yılında Sarıgöl İlkokulu birinci sınıf öğrencisiydim. Okulumuz 5 sınıflıydı ve 5 öğretmen vardı. Öğretmenlerimiz genellikle öğretmen okulu çıkışlıydı. İlkokul yıllarında aileme katkı sağlamak için bir manifaturacı dükkanında çıraklık yapmıştım. Sarıgöl’de ilkokulu tamamladığımızda Kızılçullu Köy Öğretmen Okulu sınavı için beş kişi seçilmiştik. O dönemlerde Alaşehir’de ortaokul yoktu. Öğretmenimiz bizimle yoğun bir şekilde ilgileniyor ve sınavlara getirip götürüyordu. Alaşehir’de sınava girdim ve Kızılçullu Köy Öğretmen Okulu’na ben seçilmiştim. Sözlü sınavı bir müfettiş yapmıştı. Sınav sonrası kazandığım bana bildirildi. Öğretmenim gözlerimden öpmüştü. Babam ve ailem benim öğretmen olmamı çok istiyorlardı ve beni destekliyorlardı.
Kızılçullu yolculuğu nasıl başladı ve ilk gözlemleriniz nelerdi?
Kızılçullu’yu kabul edildikten sonra hazırlıklarımız başladı. Devletin olanakları sınırlıydı. Bizden 20 lira para istediler. Veremeyecek olanlar onun eşdeğeri tarhana, bulgur gibi yiyecek maddeleri sağlayacaktı. Biz ailecek o dönemde bu parayı zor da olsa hazırlamıştık. Öğretmenim benimle özellikle ilgileniyordu. Alaşehir’den Kızılçullu Köy Öğretmen Okulu öğrencisi Alirıza Babacan, Sabri Gürsoy ile birlikte trenle İzmir’e geldim. Elimde kapaklı bir sepet vardı. İçinde birkaç parça giyecek ve yiyecek vardı. Basmane’deki Sadık Bey Oteli’nde kaldık. Yanımdaki parayı çaldırmamak için sabaha kadar uyumamıştım. Ertesi gün trenle enstitüye geldik. İstasyon ile okul arası yaklaşık beş yüz metreydi. 1939 Ekim ayında artık Kızılçullu Köy Öğretmen Okulu öğrencisi olmuştum. Kızılçullu’da kayıtlarımızı müdür yardımcısı Şevket Gedikoğlu yaptı. Kayıt yapılırken okul müdürü Emin Soysal geldi. Ayaşa kalktık. Elini öptük. Kendine çok güvenen, tepeden bakan, otoriter bir hali vardı. Bizlere sorular sordu, dikkatlice izledi. Kayıt olduktan sonra artık öğretmen olacağıma inanmıştım. Çalışkan bir öğrenciydim. Çalışırım, öğretmen olurum artık diyordum. Bizi ambara götürdüler. Postal, iş kıyafeti, çamaşır verdiler. Verilenleri kapaklı sepetime yerleştirdim. Kızılçullu’da üç ana bina vardı. Dersliklerin olduğu ana bina, tiyatro ve sinamanın olduğu ikinci bina ve yemekhane binası olarak kullandığımız üçüncü bina. Bir de öğretmen lojmanları vardı. Binalar Amerikan Koleji’nden kalmıştı. Kızılçullu Köy Enstitüsü öğrencileri olarak biz daha sonra 300-400 kişilik iki yatakhane binası yaptık.
Kızılçullu’da öğrenciliği ve eğitimi anlatır mısınız?
Biz birinci sınıftayken 17 Nisan 1940’ta okulun adı değişti ve Kızılçullu Köy Enstitüsü ismini aldı. Eğitim yılı beş yıldı, bu değişmemişti. 20 yıl mecburi hizmet ve 20 lira maaş yasalaştı. Enstitü ismini ilk kez duyuyorduk. Anlamını bilmiyorduk. Ama daha sonra klasik okuldan ayırt etmek için bu adın verildiğini ve köye yarayan her meslekten insanı yetiştirmeyi hedeflediğini anladık. Kızılçullu’da çok idealist Cumhuriyet öğretmenleri vardı. Bazı derslerin öğretmenleri ilkokul öğretmeniydi. Bilgili insanlardı. Mehmet İnal aslında İzmir’de ilkokullarda mandolin kursları veren bir kişiymiş. Emin Soysal, Mehmet İnal’dan haberdar oluyor ve onu usta öğretici olarak enstitüye kazandırmıştı. Ama bize göre o bizim müzik öğretmenimizdi. Bizlere mandolini o öğretti. Biz birinci sınıftayken bizden önce alınmış iki sınıf vardı. Yani okulda 1., 2. Ve 3. sınıflar vardı. Her sınıfta 40’ar kişilik iki şube vardı. Enstitüde her öğrenci marangozluk, demircilik ve yapıcılık bölümlerinden birini seçmek durumdaydı. 1944 yılında mezun olunca Alaşehir’in Kemaliye köyüne atanmıştım. Öğrenciler deri postları üzerinde oturarak eğitim görüyorlardı. Köy muhtarından para isteyip, tahta alarak okula sıra yapmayı teklif ettim. Muhtar büyük bir sevinçle destek verdi. Enstitüden mezun olduğumuzda bize branşımıza göre aletler vermişlerdi. Benim de marangozluk aletlerim vardı. Alaşehir’deki bir kereste tüccarından köy adına muhtarla beraber kereste aldık. Köyde aldığımız bu tahtaları enstitüde öğrendiğim marangozluk bilgilerini hayata geçirerek tüm sıra ve masalarını yaptım. Kereste almaya gittiğimde Alaşehir’de müfettiş beni gördü. Niçin bu saatte buradasın diye sorunca amacımı anlattığımda “Sen sıra memuru musun?” diyerek kızmıştı. O dönemlerde enstitülü öğretmenlerin idealizmi çoğu kamuda çalışanında yeterince yoktu.
Soysal ve Tonguç arasındaki düşünce farklılıklarından haberiniz var mıydı?
Emin Soysal’ın iş eğitiminden çok sadece kitabi ve kültür derslerine önem veren bir eğitim anlayışı vardı. Kendi görüşlerini dile getiren “Kızılçullu Köy Enstitüsü Sistemi” adını taşıyan bir kitabı vardı. Bu kitapta okutulacak derslere ait program yani müfredat vardı. Öğrencilerin kravat takmasını, ütülü elbise giymesini isterdi. Tonguç’un iş okulu anlayışına karşıydı. Bu görüşleri nedeniyle öğrenciliğimizde İsmail Hakkı Tonguç ile düşünce ayrılıkları içinde olduğunu duyardık. Bugün baktığımda öğrenme olayının kalıcılığı anlamında Tonguç’un iş eğitim kuramı doğru ve haklıydı. Tonguç’a göre sadece öğretmen yetiştirmek amaç değildi. Düşünen, düşündüğünü işe dönüştüren insan gerekliydi o yıllarda. Nitekim ben de enstitüde marangozluk bölümündeydim. Daha sonra öğretmenlik yaptığım köyde marangozluk kursu, geceleri de okuma-yazma kursu açtım. Köyün içten canlandırılması temel amaçtı. Ayrıca enstitünün bana sağladığı yetenekler ve kazanımlarla tarım, bahçe işleri ve küçük marangozluk işleri de yaparak geçimimi sağlıyordum. Hatırlayabildiğim kadarıyla Hayrullah Örs ve Hikmet Türk, Bakalnlık’tan müfettiş olarak gelmişti. Bu teftiş ve soruşturma sonrası 1942 yılında Soysal, Bursa Kız Öğretmen Okulu’na tayin edildi. Soysal iyi bir hatipti. Gazi’nin ilk mezunlarındandı. Meslek dersleri ile birlikte İngilizce derslerine de girerdi. Öğrenciye karşı sertti. Daha sonraki yıllarda Tonguç aleyhine bir kitap yazdı ve Köy Enstitüsü karşıtı oldu. Maraş’tan başımsız milletvekili oldu. Köy Enstitüleri için “Erkekler sazende, kızlar da hanende olunca” diye bir sözü TBMM kürsüsünde dile getirdi. Soysal bu sözleri ile bizleri küçültmeyi ve kötülemeyi hedefliyordu. Onun bu yaklaşımları bizleri çok üzmüştü. Artık bizimle aynı saflarda değildi. Soysal, Dr. Kanat’ın bacanağıydı. Ondan etkileniyordu.
1942 yılında Hamdi Akman müdürünüz oldu. Yıllar sonraki izlenimleriniz nedir?
Hamdi Akman göçmendi. Şivesi hiç değişmemişti. Köy Enstitülerine gönül vermiş bir eğitimciydi. Tonguç’un güvendiği bir insandı. Viyana’da okumuştu. Gazi çıkışlı bir grup eğitimci eğitim için Viyana’ya gönderilmişti. Hamdi Akman da onlardan biriydi. Onun için onlara o dönemde “Viyanacılar” denirdi. Samimi bir insandı. Öğrenciye sevgi ile yaklaşırdı. Balıkesir Milletvekili Sıtkı Yırcalı’nın eniştesiydi. Köyleri dolaşır, öğrenci arardı. Köylerden hikayeler derlerdi. İki çocuğu vardı. Okul müdürlüğü döneminde enstitü, iş okulu anlayışına uygun bir dönüşüm yaşadı.
Yücel ve Tonguç Kızılçullu’ya geldiler mi? İzlenimleriniz?
Milli Eğitim Bakanı Hasan-Âli Yücel’in öğrencilik yıllarımda 3-4 kez enstitümüze geldiğini hatırlarım. Hafta sonlarında Cumartesi akşamı eğlence, temsil ve müsamereler enstitünün en önemli etkinliklerindendi. Bir Cumartesi gecesi bakan Hasan-Âli Yücel toplantı salonundan ayrılırken öğrenciler arasından geçerken önümde durdu ve benim yanağımdan okşayarak “Sen ne zaman bu temsillerde rol alacaksın?” diyerek sordu. “Ben henüz birinci sınıftayım, daha küçüğüm, ileriki yıllarda ben de ağabeylerim gibi müsamere ve temsillere iştirak edeceğim” diye cevap verdiğimi hiç unutamıyorum. Güçlü, bilgili, öğrenciye yakın bir insandı. Derslere girer, öğrencilerle tek tek konuşurdu. 1946 yılının Haziran ayında Alaşehir-Kemaliye köyünde öğretmenlik yapıyordum. Hasan-Âli Yücel’in trenle İzmir’e geçeceği bilgisi bize ulaştı. Tren istasyonunda bekledik. Tren durdu. Kendimizi tanıttık. Sıcak bir karşılama oldu. Bizlere öğretmenevi ve tarla verilip verilmediğini, karşılayanlar arasında bulunan kaymakama sordu. Bu işleri mutlaka yapması konusunda kaymakama direktif verdi ve sonucu mutlaka bakanlığa bildir dedi. Bizim gözlerimiz ışıldıyordu. Köy Enstitülüleri korurdu, izlerdi. Tonguç enstitüye çok sık gelirdi, bizler ona hayrandık. O bizim için Tonguç Baba’ydı. O bizim gibi bir halk çocuğuydu. Okula taşıtla değil, yaya gelirdi. Yaşamımda gördüğüm en önemli halk adamıydı.
Kızılçullu’da öğrencilik ilişkileri nasıldı?
Birbirlerimize “Köylüm” derdik. Öğrenci öğretmen ilişkileri çok yapıcıydı. Arkadaşçaydı. Kız-erkek ilişkilerimiz çok saygılıydı. Birbirilerimizi korurduk. Kardeşçe, arkadaşça bir ortam içindeydik. Öğretmenlerimizin de çocukları vardı. Ama onlar enstitüye öğrenci olarak kabul edilmiyordu. Onlar Buca’daki ortaokula gidiyorlardı.
Öğretmenleriniz kimdi? Sizde iz bırakanlar kimlerdi?
Zekeriya Tonguç, İ. Hakkı Tonguç’un kardeşiydi. Resim öğretmeni ve müdür yardımcısıydı. Soysal ile takışırdı. Milliyet Gazetesi yazarlarından Mehmet Yakup Yılmaz’ın babası Asım Yılmaz yapı usta öğreticisiydi. Prof. Dr. Atalay Yörükoğlu’nun babası Bahri Yörükoğlu da ziraat hocamızdı. Kendisini çok severdik. Talat Ersoy fizik kimya derslerine, Enver Kartekin tarih derslerine, Hayri Çakaloz ruhbilimi derslerine girerlerdi. Bu hocalarımız çok değerli insanlardı. Hepsi idealist insanlardı ve enstitüde çalışmaktan onur duyarlardı. Onların mesai arayışı yoktu. Tüm gün yaşamları enstitüdeydi.
Enstitüde günlük yaşam, bayram etkinlikleri nasıldı?
Sabah saat 6.00’da kalkardık. Okul meydanında tüm öğrencilerin katıldığı davul, zurna eşliğinde milli oyunlarla güne başlardık. Sonra kahvaltı ve sonra da sabah mütalaası olurdu. Öğleye kadar kültür dersleri vardı. Öğleden sonra ziraat, teknik ve sanat dersleri olarak bölünürdük. Enstitünün tüm işlerini öğrenciler yapardı. Hafta sonu eğlenceleri, müsamereleri, müzik etkinlikleri çok canlı geçerdi. Molier’in “Cimri” adlı oyunu sahnelendiğinde H. Ali Yücel de izlemiş ve çok beğenmişti. Enstitülerde ulusal bayram kutlamalarına çok önem verilirdi. Ulusal bayramlarda İzmir’e trenle giderdik. Bazen de yaya giderdik. İzmir Kordon’da boz elbiselerimiz, akordeon-mandolin ekipleri, at arabaları ile geçiş törenine katılırdık. Kazanımlarımızı sergilerdik. İzmir halkı hayranlıkla bizleri izlerdi.
Hasan Çakı Efe’yi hatırlar mısınız?
Hasan Çakı Efe usta öğretici olarak bize milli oyunlar öğretti. Müzik öğretmeni Mehmet İnal ile birlikte sabah etkinliklerinde yörenin tüm oyunlarını zaman oynar hale geldik. Enstitüde 3-4 yıl kaldığını anımsıyorum. Hasan Çakı Efe öncesi Bergama’dan Mehmet Kasnak Efe milli oyunlar öğretiyormuş.
Enstitü kütüphanesini ve Cumartesi toplantılarını anlatır mısınız?
Kütüphanemiz çok zengindi. Yücel döneminde tercüme edilen klasikler vardı. Enstitüde tarih sınıfı, Türkçe sınıfı, coğrafya sınıfı gibi sınıflar vardı. Her dersin sınıfında da o konu ile ilgili kaynak kitaplar vardı. İlk okuduğum kitaplardan biri Tolstoy’un “Harp ve Sulh” eseriydi. Türkçe öğretmenlerimizi Burhan Eliçin ve İsmet Kültür bizlere Türkçe derslerinde çok iyi okuma sevgisi verdiler. Bu kazanımlarla öğretmenlik yaşamımda gazetelerde, Köy ve Eğitim Dergisi’nde, İlköğretim Dergisi’nde yazılar yazdım. Cumartesi toplantılarında yönetim ve enstitü ile ilgili işler tartışılırdı. Dinlerdik ve korkmadan görüşlerimizi ifade ederdik. Arkadaşlarımız idareyi özgürce eleştirirdi. Enstitüde bu anlamda demokratik bir ortam vardı. Soysal döneminde genellikle müdür konuşurdu. Hamdi Akman döneminde ise hava değişmişti ve daha çok öğrenciler sorunlar üzerinden tartışmalara katılıyordu.
Enstitüde öğrenciyken köylerle ilişkileriniz var mıydı? Enstitünün çiftlikleri var mıydı?
Buza Kaynaklar ve yakın diğer köylere yaklaşık bin kişilik gruplarla giderdik. Köylüler bizelere topluca yemek verirdi. Köyü gözlmelemeye çalışırdık. Oralarda bağcılık yapılırdı. Öğrendiklerimizi köylülerle paylaşırdık. Folklor ve müzik gösterileri de yapardık. Enstitünün Emrez ve Kozağaç çiftlikleri vardı. Buralarda haftalık nöbet tutardık. Çiftliklere biz bakardık. Çiftlikte çalışan bir Ali Ağa vardı. Bir de kadrolu, sadece tarla işleri için birkaç işçi vardı. O, hayvanlara bakardı. Biz yol-yöntem gösterirdi. Kozağaç çiftliği sulaktı ve orada sebze, meyve bahçelerimiz vardı. Emrez’de ise zeytinliklerimiz ve buğday-arpa ektiğimiz tarlalarımız vardı. Kendi ürettiklerimizi enstitüde hep beraber tüketirdik. Enstitüler bir anlamda kendi kendine yeten kurumlardı. Her iki çiftliğe bir saat yol yürüyerek ulaşırdık. Kızılçullu-Gürçeşme arasında büyük bir hazine arazisi vardı. Sonra enstitüye verildi. Burada inşaatlarda kullanılmak üzere tuğla-kerpiç üretirdik.
Enstitüde sportif faaliyetler nasıldı?
Enstitüde voleybol, hentbol ve futbol yoğun bir şekilde yapılan sportif etkinliklerdi. Şubeler arası çok iddialı maçlar yapılırdı. Enstitüde spor faaliyetleri çok yaygındı.
Kızılçullu Köy Enstitüsü öğrencisi olarak başka enstitülerin kurulması çalışmalarında bulundunuz mu? Ne zaman mezun oldunuz?
1944 yılıydı. Ortaklar Köy Enstitüsü kuruluyordu. Son sınıftaydık. 5-C sınıfı olarak yapı ve marangozluk aletlerimizle beraber trenle Ortaklar’a gittik. Ortaklar’a gittiğimiz dört ay içinde bir bina yaptık. Ortaklar’daki bu işleri Hayri Çakaloz yönetiyordu. Ortaklar bataklık bir yerdi. Sivrisinekler pek çoktu. Biz çalışırken Mualla Eyüboğlu ve Yücel, Ortaklar’a gelmişlerdi. Bizlerle konuştular. Arkadaşımız Veli Uysal’ın sağlık problemleri vardı. Yücel onun tedavisiyle özellikle ilgilenmişti. Espriyle karışık ona “Veli Efendi” derdi. O gezide Yücel ile bizim sınıf ve özellikle arkadaşımız Veli Uysal yakın dostluk geliştirdi. Daha sonraları Veli Uysal arkadaşımız, Yücel-Kenan Öner davasında Yücel lehine mahkemede şahit olmuştu. Kız arkadaşlarımız bu arada yakın köylerde dikiş kursları açtı. Bizler de boş zamanlarda köylülere okuma yazma öğretiyorduk. Ortaklar’a komşu Tekin köyünde hiç tuvalet yoktu. Orada bir tuvalet yaptık. Ortaklar dönüşünde 30 Kasım 1944’te mezun olduk. Öğretmen olmuştuk ve görev bizi bekliyordu.
Ortaklar’da yeni bir enstitü kurulmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ege Bölgesi’ndeki köy çocuklarını alarak, öğretmen ve sağlıkçı yetiştirmek için Kızılçullu Köy Enstitüsü yeterli olmuyordu. Aydın, Muğla illeri çocukları için ayrı bir enstitü gerekliydi. Enstitüleri çoğaltmak ve daha çok çocuğu okutmak için Ortaklar Köy Enstitüsü’nün kurulduğunu düşünüyorum.
Kızılçullu Köy Enstitüsü’nün sizin yaşamınızdaki yeri nedir? Enstitü eğitiminin önemi neydi?
Eğer ben enstitüye gitmeseydim terzi yani esnaf olacaktım. Okuma olanağı bulamazdım. Aydın kimliğim olmazdı. Enstitüye giderek kendimi kurtardım. Bu konuda ailem hep bana destek oldu. Enstitülerde verilen iş eğitimi beyin ile el emeği arasındaki ilişkiyi kuran bir eğitimdir. Bize öğretmenlik yanında meslek eğitimi, köydeki sağlıkçı kadar da bir sağlık eğitimi verdiler. Çok yönlülük egemendi. Köyde sağlık memuru olmadığında bizler koşardık. Çantalarımızda aspirin, kinin, tentürdiyot eksik olmazdı.
Kızılçullu’ya 1944 sonrası ne zaman gittiniz?
1946 sonrası hava dönmüştü. Köy Enstitülü öğretmenler hakkında başarısız, kültürsüz şeklinde asılsız suçlamalar yapılıyordu. Tüm Köy Enstitülüleri sırayla kurslara aldılar. 1950 yılında da başarılı öğretmenler grubu olarak içinde benim de bulunduğum 100 kişiyi Kızılçullu’da kursa çağırdılar. Enstitü hocaları enstitüde okunan dersleri tekrar etti. Biz zaten bunları biliyorduk. Faydalı olmayan, Köy Enstitülüler için onur kırıcı bir girişimdi.
Kaç yıl nerelerde öğretmenlik yaptınız? Öğretmenlik dışında neler yaptınız? Öğretmen örgütlerinde çalıştınız mı? Enstitüyü bitirirken size verilenler ne zaman alındı?
10 yıl köy öğretmenliği, 28 yıl müfettişlik yaptım. 1957-1958 yıllarında Köy Öğretmen Derneklerinde yönetim kurulu üyeliği yaptım. TÖS ve TÖB-DER üyeliği yaptım. Yaşamım boyunca CHP’ye oy verdim. Enstitüde edindiğim becerilerle üretici olmuştum. Çiftçilik ve ziraat işleri yaparak ek gelir sağladım. 10 dönümlük bağ dikmiştim. Enstitüyü bitirdiğimde inek ve at vermişlerdi. 1947 yılında hava dönmüştü. Kemaliye köyünde önce elimdeki inek ve kısrağı aldılar. Daha sonra kendi büyüttüğüm, baktığım kısrağı 475 liraya geri aldım. Marangozluk aletlerini geri aldılar. Mal müdürlükleri bunları sonra sattı. 10 dönümlük kendi ellerimle yaptığım bağı aldıklarında çok üzülmüştüm. Köylüler bu yapılanları bir türlü anlayamamıştı. Devlet Köy Enstitülülere adeta sırtını dönmüştü.
Hocam askerlik ne zaman yapıldı?
1953 yılında Polatlı Yedek Subay Topçu Okulu’na gittim. Orada da ilginç bir anım var. Bir miras sorunu nedeniyle bir yakınım “Bu goministtir, subay yapmayın” diyerek Kula Askerlik Şubesi’ne dilekçe vermiş. Dilekçeyi alan yüzbaşı onu oracıktan kovmuş. Bu gerçeği yıllar sonra öğrendim. O dönemlerde Köy Enstitülülere yönelik bu tür karalamalar ve baskılar çok yoğundu.
Kaç çocuğunuz var? Eğitim durumlar nedir?
Üç çocuğum var. İkisi yükseköğrenim aldı. Oğlumun biri Yargıtay üyesi hâkim. Kızım kız meslek lisesi çıkışlı. İyi eğitim alan üç torunum var. Köy Enstitülerinin benim yaşamımda yaktığı ışık ailemi de aydınlattı.
Günümüz eğitim sistemi hakkındaki düşünceleriniz?
Köy Enstitülerinin kapanması ile birlikte ezberci bir eğitim sistemi egemen oldu. İş eğitimi süreci uygun bir şekilde geliştirilebilseydi Türkiye daha farklı olurdu. Eğitimin nitelik sorunu olmazdı. Hayatım her alanında akıl ve bilim egemen olurdu. Köy Enstitüleri kapanmasaydı 10 yıl içinde planlandığı gibi ilköğretimin sorunları çözülecekti. Öğretmensiz ve okulsuz köy kalmayacaktı.
Kaç yılında evlendiniz? Eşiniz enstitülü müydü? Evde iş bölümü nasıldır?
1949 yılında evlendim. Eşim ev hanımı, ilkokul mezunu ve amcamın kızıdır. Evin tüm tamirat işlerini ben yaparım. Öğretmenlik yaptığım köyde de eş-dostun kapı-pencere tamiratlarını enstitünün bana kazandırdığı marangozluk becerileriyle ücretsiz yapardım.
Enstitülere yönelik bugün bir eleştiriniz var mı? O dönemler 2. Dünya Savaşı yıllarıydı. Gözlemleriniz nedir?
20 yıl zorunlu hizmet ve 20 lira maaş olayı bazı arkadaşlarımızı geleceği düşünerek korkutmuştu. Sayıları az da olsa bazı arkadaşlarımız ayrılmıştı. Enstitüleri olgunlaşmadan kapattılar. Enstitülerin kendilerini yenilemesine izin vermediler. Enstitüde radyo yoktu. Almanların her yeri, özellikle Yunan Adalarını işgali bizleri ürkütüyordu.
Enstitü çıkışlı bir öğretmen olarak öğretmenlik yaptığınız yerlerde yaptığınız en önemli katkılar neydi? Örnek verir misiniz?
Ben elimden tutan öğretmenim olmasaydı okuyamazdım. Ben de onlarca çocuğun, öğrencimin elinden tuttum. Onları okuttum, önlerini açtım. Çalıştığım yerlerde gece okulları açtım. Lüks lambası altında dersler verdim. 1979 sonrası Artvin’de müfettiştim. 1979’da İzmir’de müfettiş olarak çalışıyordum. Bakan Ali Nalili Erdem ve İzmir Milli Eğitim Müdürü Aysal Aytaç’tı. Müdürlükte çalışan 30 Köy Enstitüsü çıkışlı müfettişi toplantıya çağırdı ve istediği gibi teftiş yapmalarını talep etti. Bizler de “talimatla soruşturma yapmayız” dedik ve bizleri sürgün ettiler. Ben de Artvin’e sürülmüştüm. 50 öğretmen hakkında Artvin Dev-Yol davasından asılsız suçlamalar yapılmış tutuklanmışlardı. Öğretmenler hakkında Nazım’dan şiirler okuyor, şu kitabı ve bu kitabı okuyor biçiminde ihbar nitelikli suçlamalar vardı. Soruşturmacı oldum. Öğretmenler benim verdiğim raporlarla beraat ettiler.
Eğitmenler hakkında neler düşünüyorsunuz?
Öğrenciliğim ve müfettişliğim döneminde değişik köylerde eğitmenlerle tanıştım. Alaşehir’de yoktu. Okuma-yazmayı çok iyi öğretiyorlardı. 1.-3. Sınıflara onlar gidiyorlardı. Başarılıydılar. İlk okuma-yazma konusunda uzman oldular ve bu alanda çoğu öğretmen okulu çıkışlı öğretmene göre daha başarılıydılar.
Kızılçullu adının daha sonra Şirinyer olarak değişimi hakkında ne söylersiniz?
Bu değişiklik 1950-1960 arasında yapıldı. Nedenini hala anlamış durumda değilim. Tapu kayıtlarında o bölge hala Kızılçullu olarak geçer.
Günümüzde yetişen öğretmenleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Eğitim Fakülteleri için önerileriniz neler olabilir?
Yeni yetişen öğrencilerin dayanıklılıkları, hayata dair bilgileri yok. İdealleri yok. Üniversiteler öğretmen yetiştirme işini ciddiye almalıdır. Çocuklarda bizim anladığımız idealizm ve yurtseverlik yok.
Nasıl müfettiş oldunuz? İzmir’e ne zaman geldiniz?
1957 yılında müfettişlik sınavı açılmıştı. Müfettiş gereksinimi vardı. Çalışkan, başarılı öğretmenler arasından seçim olacaktı. Okulumdaki tüm öğretmenler beni aday gösterdi. Sonra sınava girdim. Sınavda başarılı oldum ve önce denetmen, sonra da müfettiş oldum. Bu sınavı başarmak ciddi bir işti. Gazi Pedagoji’de okutulan kitapları getirtmiştim. Tüm yaz bunları çalıştım. Sınav Manisa’da Milli Eğitim Müdürü başkanlığında oldu. Bakanlıktan Talim Terbiye’nin gönderdiği sorularla yazılı sınav olduk. 22 kişiden 2 kişi kazanmıştı ve biri de bendim. 1957-1966 yılları arasında Aydın’da 9 yıl müfettişlik yaptım. 1965 sonunda İzmir’e geldim. 1972 yılında evimiz oldu. 1983 yılında da 38 yıl 8 ay hizmetle emekli oldum. 1962 yılında müfettişler için ilkokul programları ile ilgili bir seminer açılmıştı. Köy Enstitülü müfettişler olarak Cebeci Mezarlığı’nda yatan Tonguç Baba’yı ziyaret ettik.
Emeklilik sonrası neler yaptınız?
İzmir Esentepe’de 400 öğretmen ile birlikte Mimkent Yapı Kooperatifi kurduk. 10 yıl boyunca burada başkan olarak çalıştım. 400 öğretmenin konut sahibi omasına katkı sağladım. Ayrıca tüm mesleki toplantılara, eğitim ve kültürel etkinliklere katılarak izlemeye çalıştım. Hala da izlemeye devam ediyorum. 1990 yılı içinde meslektaşlarla yapılmakta olan bir toplantıda Türkiye’de eğitim alanında büyük atılımlar yapan, Köy Enstitülerinin kurucusu İ. Hakkı Tonguç adının herhangi bir okula verilip verilemediğini konuşurken bir arkadaşımızın önerisiyle adının İ. Hakkı Tonguç olan bir okul yaptırılması fikri ortaya kondu. Bu teklif büyük bir coşku ile kabul edildi. Okulun yapımı için valilikten izin alınması, çoğunlukla Köy Enstitüsü çıkışlı öğretmenlerin de desteği ile bu işin yapılması için bir heyet seçildi. Bu heyette Mehmet Ali Vural, Süleyman Koyuncu, Yusuf Balaban, ve ben görev aldık. Hemen işe koyulduk. Okul için uygun arsa bulunması için çok yer dolaştık. Bu arada Karşıyaka’da kurulmuş Uygar Eğitim Kooperatifi ile anlaşarak yaptırmakta oldukları ilköğretim okulunun adının İsmail Hakkı Tonguç olması koşuluyla onlara topladığımız paralarla katılmak ve beraber çalışma teklifinde bulunduk. Onlar da memnuniyetle kabul ettiler. Urla – Zeytinalan semtinde başlanılan ilköğretim okulu gecikmeli olsa da tamamlandı. Okulun tüm gereksinmeleri 2008-2009 ders yılına hazır olacak şekilde tamamlanarak okul idaresi oluşturuldu ve öğretmenler seçildi. Yapılan anlaşma ile 5 yoksul ama çalışkan köylü çocuğunun ücretsiz bu okulda okutulması konusunda anlaşma yapıldı. Bu çalışmalar Tonguç Baba’ya bir anlamda vefa borcumuzu ödemek anlamında bizler için bir görevdi. Daha sonra İsmail Hakkı Tonguç adıyla bir başka okul olduğu savıyla okulun adı Yücel-Tonguç İlköğretim Okulu olarak değiştirildi. Okul 8 Eylül 2008 tarihinde bizim de katıldığımız bir törenle açıldı. Çok mutlu olmuştuk.
Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği (YKKED) ve Yeniden İmece Dergisi hakkında neler düşünüyorsunuz, önerileriniz nedir?
Sizlerle onur duyuyoruz. Bizleri ve bizlerin kazanımlarını geleceğe taşıyorsunuz. Çok onurlu bir iş yapıyorsunuz. Bizlerin, yani tüm Köy Enstitülülerin size yardım ederek kurumsallaşmanızı sağlamamız gerekli. Köy Enstitüleri sizlerle su üstüne çıktı. Yeniden İmece çok nitelikli bir meslek dergisi. Yeniden İmece’nin her sayısını benim dışımdakilerin de okumasını sağlıyorum. Sizler Köy Enstitülülerin çocukları olarak ortaya çıktınız ve Köy Enstitülerinin eğitim ve öğretime getirdiği yenilikleri topluma sunuyorsunuz. Tüm Köy Enstitülülerin YKKED’ne katkı vermelerini diliyorum.
***
Kitapta dedemle ilgili olan söyleşi bu kadar. Ancak tabi başka birçok şey var. Anılar, fotoğraflar, belgeler, söyleşiler, tanıklıklar… Eğer ilginizi çekerse kitabı http://satis.ykked.org.tr/index.php?route=product/product&product_id=74 adresinden sipariş edebilirsiniz. Eğer bu link zaman içinde çalışmaz hale gelirse http://satis.ykked.org.tr adresinden isimle aratarak da ulaşabilirsiniz. Hem böyle belki daha iyi olur, derneğin köy enstitüleri ilgili diğer yayınlarını da görme şansınız olur.
“Enstitüde marangozluğu öğrendim. Öğretmenlik yaptığım Kemaliye köyünde çocuklar yerde oturuyordu. Okulun sıralarını, masalarını yaptım. Yaşamım boyunca hep üretici oldum… Biz birinci sınıftayken 17 Nisan 1940’ta okulun adı değişti ve Kızılçullu Köy Enstitüsü ismini aldı. Eğitim yılı beş yıldı, bu değişmemişti. 20 yıl mecburi hizmet ve 20 lira maaş yasalaştı. Enstitü ismini ilk kez duyuyorduk. Anlamını bilmiyorduk. Ama daha sonra klasik okulda ayırt etmek için bu adın verildiğini ve köye yarayan her meslekten insanı yetiştirmeyi hedeflediğini anladık.”
Bu güzel paylaşım için teşekkürler. Köy enstitülerinin tekrar açılması için hala çok geç olmadığını düşünüyorum. Pandemiden dolayı şu dakikanın konusu değil belki ama biran önce köyden başlayan bir eğitim hamlesinin gelmesi gerekiyor. Zaten dünya nüfüsu olması gerekenden fazla ve salgının bu kadar hızlı yayılması da bunu gösteriyor. Köylerimizin tekrar cazibe merkezi haline getirilmesi ve daha homojen bir nüfus dağılımını sağlamamız gerekiyor.